Aynalar
₺500,00 Orijinal fiyat: ₺500,00.₺417,50Şu andaki fiyat: ₺417,50.
“Ben hatırlama takıntısı olan bir insanım,” diyor Eduardo Galeano, tarihçi olarak anılmasına itiraz ederek. “Her şeyden çok da Amerika’nın, unutkanlıktan mustarip Latin Amerika’nın geçmişini hatırlama takıntım var:
Ancak bu kez dünyanın bütün cografyalarını dolaşarak, fiziki olduğu kadar zihinlerdeki sınırların da ötesine geçerek, unutulmuş ya da öğretilmemiş bambaşka bir tarihi hatırlatıyor Galeano. Her şeyin özüne inmeye çalışan minimalist ve nüktedan diliyle, eski çağlardan günümüze tarihi, edebi, politik anekdotlarla ve başka bır bakış açısıyla “Neredeyse Evrensel Bir Tarih.”
Alternatif tarih yazımının en güzel örneklerinden biri olan Aynalar, insanlık tarihinin acı ancak umut dolu bUtun ayrıntılarında soluk aldırarak, dünyaya bakışınızı değiştirmeyi vaat ediyor ve Eduardo Galeano bır kez daha ”dünyanın vicdanı” olmaya devam ediyor.
| Yayınevi |
Sel Yayıncılık |
|---|---|
| Yazar |
Eduardo Galeano |
| Sayfa Sayısı |
400 |
| Kağıt Cinsi |
2. Hamur |
| Baskı Yılı |
2024 |
| Boyut |
"14 ,0 X 20 ,0" |
| Cilt Tipi |
Karton Kapak |
1 adet stokta
Sel Yayıncılık – Aynalar
/n
“Ben hatırlama takıntısı olan bir insanım,” diyor Eduardo Galeano, tarihçi olarak anılmasına itiraz ederek. “Her şeyden çok da Amerika’nın, unutkanlıktan mustarip Latin Amerika’nın geçmişini hatırlama takıntım var:
Ancak bu kez dünyanın bütün cografyalarını dolaşarak, fiziki olduğu kadar zihinlerdeki sınırların da ötesine geçerek, unutulmuş ya da öğretilmemiş bambaşka bir tarihi hatırlatıyor Galeano. Her şeyin özüne inmeye çalışan minimalist ve nüktedan diliyle, eski çağlardan günümüze tarihi, edebi, politik anekdotlarla ve başka bır bakış açısıyla “Neredeyse Evrensel Bir Tarih.”
Alternatif tarih yazımının en güzel örneklerinden biri olan Aynalar, insanlık tarihinin acı ancak umut dolu bUtun ayrıntılarında soluk aldırarak, dünyaya bakışınızı değiştirmeyi vaat ediyor ve Eduardo Galeano bır kez daha ”dünyanın vicdanı” olmaya devam ediyor.
İlgili ürünler
Allah Cümlemizi Korusun
Edebiyat Kulesi
Edebiyat Ve Toplum
Edebiyat toplumsal olguları yansıtması açısından her zaman değerli bir sosyolojik araç olmuştur. Edebiyat sayesinde toplumu doğrudan gözlemlemek yerine, onu kavramada dâhiyane bir yeteneğe sahip olan edebiyatçının yansıttıkları üzerinden şaşırtıcı varsayımlara ulaşabiliriz. Özellikle toplumsal tarih çalışmalarında ancak edebî metinler sayesinde geçmişte yaşanmış sosyal ilişkilileri, olayları ve yapıları betimleme şansımız olur.
Edebiyatın toplumla olan ilişkisi bununla sınırlı değildir. Edebiyatın bizzat kendisi tarihin çeşitli dönemlerinde toplumsal dönüşümün ana motiflerinden biri olmuştur. Fransız İhtilali'nden Bolşevik Devrimi'ne, faşist rejimlerin ortaya çıkışından 68 olaylarına kalemin toplumu dönüştürmede önemli bir rol oynadığını görürüz.
Bugün Türk toplumunun yaşadığı tarihsel değişime ışık tutmak istediğimizde edebiyat bizim için en önemli anahtar haline gelir. Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışından Cumhuriyet'in kuruluşuna dek yaşanan süreç, toplumsal sancılar; Tanzimat Edebiyatı, Millî Mücadele dönemi Edebiyatı derinlemesine incelenmeden tahlil edilemez.
Tüm bunlarla birlikte Türkiye'de edebiyat akımlarının ortaya çıkış şekillerinin Türk toplum yapısının dönüşümüyle paralellik arz ettiğini görürüz. Örneğin roman, ancak belirli ölçülerde, Batılı anlamda orta sınıf tanımına uyan bir kitlenin palazlanmasıyla güçlenmiştir. Türkiye'de büyük göç dalgası öncesi önemli bir toplumsallık arz eden köy yaşantısı köy edebiyatını ortaya çıkarmıştır. Kentleşmeyle birlikte ortaya çıkan yabancılaşma ve yeni toplumsal sorunlar Garip Akımı'nı doğurmuştur. Bunlar gibi sayabileceğimiz sayısız örnek Türkiye'de de edebiyat ve toplumun etle tırnak gibi birbirinden ayrı düşünülemeyeceğini gösterir.
Ancak edebiyatın toplum ile kurduğu bu yakın ilişki ve bunun sonucunda sunduğu sosyolojik zenginlik edebiyat eserini asıl amacı olan sanatsal kaygısından saptırmamalıdır. Bir edebî eserinin toplumsal yönü ne kadar güçlü olursa olsun eserin var oluşunun ön koşulu sanatsal ifadesidir.
Dünya çapında şöhrete sahip, en önemli tarihçi ve sosyal bilimcilerimizden biri olan Prof. Dr. Kemal Karpat Osmanlı'dan Günümüze Edebiyat ve Toplum'da bu iki temel kaygıyı göz önünde bulundurarak edebiyat aracılığıyla Türk toplum yapısının tarihsel süreç içerisinde farklı bir resmini çiziyor. Türk dili ve edebiyatıyla ilgili olarak şaşırtıcı bilgiler verirken yaptığı analizlerle okuyucuyu çok farklı perspektiflerden sosyolojik bir okuma yapmaya teşvik ediyor. Türkiye'de toplum ve edebiyat ilişkisi üzerine henüz güçlü bir literatürün oluşmadığı göz önünde bulundurulduğunda Karpat'ın bu eseri alanında eşsiz bir başvuru kaynağı haline geliyor.
Hayat Senin Adın
Başına kötü şeyler gelmemiş gibi davran demiyorum. Acını dibine kadar yaşa. Ama defalarca söyledim; hayatına devam etmek zorunda olduğunu lütfen unutma. Sınıfta kalmadın sen bu hayat okulunda! O kişi sınıfta kaldı! Vicdan sınıfında! Merhamet sınıfında! İnsanlık sınıfında! Hepimiz insan olmanın gereklerini sonuna kadar yaşıyoruz; seviyoruz, ayrı düşüyoruz, özlüyoruz. Bazen mutlu oluyoruz, bazense hüzünlere boğuluyoruz. Pek çok kişi dokunuyor hayatlarımıza; kimisi kırıp döküyor, kimi ise onarıyor yaralarımızı. Peki, bizler ne yapacağız hayatın inişleri ve çıkışları karşısında? Eğilip bükülecek miyiz yoksa savaşacak mıyız cesaretle? Her ne olursa olsun, cesur ol. Cesaret asalettir. Ve seni üzenler, huzur değil ızdıraptır. Huzur mu istiyorsun yoksa sırf yalnız kalmamak için ızdırap mı? İyi karar ver.
İnsanın Acısını İnsan Alır
“Ayrılık ne biliyor musun? Ne araya yolların girmesi, ne kapanan kapılar, ne yıldız kayması gecede, ne güz, ne ceplerde tren tarifesi, ne de turna katarı gökte... İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık. İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini, birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine. Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken duvarlara dalıp dalıp gitmesi. Türküsünü söyleyecek kimsesi kalmamak ayrılık. Ödünç sesle konuşan bir kalabalık içinde kendi sesiyle silinmek. Birdenbire büyümesi, gülüşü artık yaprak kıpırdatmayan bir çocuğun. İnsanın yaşlandıkça kendi kuyusuna düşmesi. Bir kadının yatağına uzanan kül bağlamış bir gövde. Saçına rüzgâr, sesine ışık düşürememek kimsenin. Parmaklarını sözüne pınar edememek. Uzaklarda bir adamın üşümesi, bir kadın dağlara daldıkça. Işıklı vitrinlere bakmadan geçmek çarşılardan. Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun. Evlerle sokaklar arasında bir ayrım kalmaması... Ayrılık o küçük ölüm, usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.”
Yerli Yersiz Cümleler
Bu kitap önce “Yersiz Cümleler” adıyla tasarlandı. Niyetim sağda solda kalmış ve hiç yayınlanmamış onca cümleyi bir araya getirmek, bir bakıma onlardan kurtulmaktı.
Fakat cümle bu. Bir kez kapısından girince gazete ve dergilerde kalmış yazıları da taradım. Derken hızımı alamadım, bütün kitaplarımı okudum yayımlandıklarından sonra ilk kez, “Yerli Cümleler”e de el attım.
Sonra? Bütün cümleler yerli yersiz birbirine karıştı.
Böylece binlerce cümleyle baş başa kaldım. Hepsini mümkün mertebe temalara ayırarak bir senaryo dâhilince sıralamaya çalıştım.
İçlerinde nerede, ne zaman, nasıl yazdığımı bugün gibi hatırladıklarım vardı, avucumun içine mıh gibi çakılmış olanlar. Ve hiç de hatırlamadıklarım. Bana öyle karanlık geldiler ki. Bunları ben mi yazmışım, sahi, ne zaman? Neden yazdığımı unutmuşum çünkü, hiç unutmayacağım sandığım şeyi.
Üstelik tahmin etmediğim bir şey daha oldu ve yerinden edilen, bağlamından kopan cümleler yeni manalarla yüklendi, bambaşka tasniflere girdi. Yerinde doğaya ilişkin bir cümle aşk bahsine uygun düştü örneğin, yazıya ait olan insanlığa.
Yeni bir okuma, dahası yeni bir yazma.
O zaman anladım içimde bütün yazdıklarıma süzülen bambaşka bir metin olduğunu.
Bir de neden sonra Nun Masalları’ndan bu yana 20 yıl geçtiğini fark ettim.
Yerli Yersiz Cümleler’in hikâyesi bu.

Değerlendirmeler
Henüz değerlendirme yapılmadı.